Kukla



İyi mi yaptı kötü mü yaptı bilemiyordu. Aslında eylemlerini gerçekleştirirken artık pek düşünmüyordu da. Anlık bir dürtü ile hareket ediyordu diyebiliriz. Sonuçlarını da çoğu zaman umursamıyordu. Peki ama bu halde nereye kadar gidilirdi ki? Onu da bilmiyordu. Sanki hayatı kontrolünde değildi. Hani az çok çoğu kişinin bir zaman olup da hissettiği gibi o da hayatının başkasının ellerine görünmez iplerle bağlanmış, kukla misali oynatıldığını düşünüyordu. Şu aralar kuklacısı pek bir keyifsiz olmalıydı diye düşünüyordu. Onu bir o yana bir bu yana amaçsızca savuruyordu. Üstelik sonucu bile göremeden başka bir tarafa kaçırıyordu. Aslında sonucu o da merak etmiyordu ya. Çünkü beklemeye tahammül edemiyordu. Çoğu zaman da kuklacı onu bir köşede öylece unutuveriyordu. Günlerce, haftalarca… Hiçbir şey yapmadan zamanın ilerleyişini izlettiriyordu. Kuklacısı onu, ekrana boş boş bakarken sağ köşedeki rakamların sonsuz döngüsüne katardı.
Ve şimdi yine öyle bir zamandaydı. Etrafa boş boş bakmaktaydı. Bu ipler akıla da hükmetmiyordu ya? Peki neden bu kadar karamsarlaşmıştı yoksa hep böyle miydi de şimdi mi sorgulamak aklına düşüvermişti. Nereye baksa hep acı varmış gibi geliyordu. Otobüsten inerken yanındaki teyzenin iki büklüm olmuş belinde acı vardı. Üst geçidin merdivenlerinden çıkarken basamaklara oturmuş genç dilenci kadının uzanan avuç içinde acı vardı. Üst geçidin üstünde bir şeyler satmaya çalışan amcanın dizlerinde de acı vardı. Annesinin elinden tutmuş ve annesi tarafından sürüklenen çocuğun yüzünde bile acı vardı. Peki ya şu sokak köpeği? Sanki onun bakışlarında da acı vardı. Bu kadarı da fazlaydı ama! Peki bu güneş her gün parlamaktan sıkılmaz mıydı? Bulutlar daha keyfi hareket edebiliyorlardı ama güneşin eli mahkumdu bir kere. İşte şimdi de güneş için üzülüyordu.
Hani hep derler ya hayat bir oyun sahnesi diye. Ama onun hayatı o kadar da ilgi gören bir oyun değildi sanırım. Ya o izleyicileri sahne ışıklarından göremiyordu ya da salon boştu. Her şey çok tuhaftı aslında. Yani yönetmen kimdi? Senaryoyu kim yazıyordu? Küçükken okuduğu bir kitap vardı. Kitapta sadece bir başlangıç vardı ama konu ilerledikçe okuyucunun önüne seçenekler çıkıyordu. Ve yazar seçenekleri doğrultusunda okuyucuya hangi sayfaya gitmesi gerektiğini söylüyordu. İşte onun için hayat da böyleydi. Bir kuklacısı vardı. Önceden yazılmış bir hikaye üzerinde kuklasını yaşatıyordu. Bazı seçenekleri kuklasına tanıyordu ki kuklanın kendi seçimleri varmış gibi gösteriyordu. Tam da bu düşüncelerinden sıyrıldığında master of puppets çalıyordu. Belki de çağrışım olmuştur diye düşündü ve sokaktan geçti gitti. O sırada kafeteryada olması gereken ama geç kaldığı için ankesörlü telefonda barmenle konuşan adam resmen can çekişmekteydi. Barmene orada sarışın bir kadın olup olmadığını sormaktaydı. Sarışın, çok güzel, otuzlu yaşlarında ve İsveç aksanıyla konuşan bir kadını soruyordu. Kısa bir süre önce aşık olduğu ve kötü giden hayatındaki tek mutluluğu idi bu kadın. Tek bağları ise her gün akşam sekizde buluştukları kafeterya idi. Adam bugün geç kalmıştı. Ve bir şekilde kadına ulaşması gerekiyordu. Bunun için de gürültü sokağın ortasındaki ankesörlü telefonda çabalıyordu. Barmen kafeteryanın çok kalabalık olduğunu ve şuan öyle birisini göremediğini söylüyordu. Oysa kadın barmenin tam karşısında duruyordu. Az önce hesabı ödemiş, kafeteryadan çıkmak üzere olduğu için paltosunu giyiniyordu. Barmen üzgünüm diyip telefonu kapattıktan sonra kadına iyi akşamlar dileyip işine döndü. Kadın da kocasına geri döndü. Adam da sevgilisine…

4 yorum:

Furkan Zengin dedi ki...

Peki kukla biz isek kuklacımız kim? Eğer biz kuklacı isek , kime hükmediyoruz ?

Ya da hayat denilen şey aslında en büyük kuklacı, bizler de onun kuklaları mıyız ?

Peki ya az önce yana yakıla sarışın bayanı arayan adam, hangi duygularla karısının yanına yattı eve gidince, karısı ona seni seviyorum dediğinde, nasıl rahatça ben de seni diyebildi? Ya da bunu dedi mi ?

Soruların ucu bucağı yok, kesin olan tek şey kuklacı da olsak kukla'da olsak belli bir düzenin içinde döndüğümüz , bir kuklacı olarak sol kolu sağ koldan önce kaldırmamın bir anlamı yok zira 10 sn. sonra da diğer kolu kaldıracağım. Kukla olduğumu varsayarsak gene kollarımın hangisinin önce havaya kalktığının önemi yok zira az sonra diğeri de havaya kalkacak. Dönüp dolaşıp aynı yere geleceksek ne yönetmenin ne de yönetilmenin bir esprisi yok. Ne zamanki iplerinden kurtulursun, işte o zaman herşey değişir.

polunochnaya dedi ki...

makasım yok. makası gördüğüm zaman makasa uzanmaya gücüm yok. makas ellerimdeyken de onu kullanmaya cesaretim yok. :/

Furkan Zengin dedi ki...

belki de sorun doğru aletin makas olmamasından kaynaklanıyor

polunochnaya dedi ki...

=)
bilemiyorum.