ÇAPA



Bilmem kaç gündür okurken kendi kendime konuşup kendi kendime gülüp karşımdaki dinlemese de zorla beğendiğim kısımları ona okuyup gülmesini beklediğim ve Onur sayesinde haberdar olup, kendine aldığı cilti bana ödünç vermesi nedeniyle okuyabildiğim bu cilti burada paylaşmazsam olmazdı. bilmiyorum kim ne kadar takip ediyor ne kadar okuyor burayı ama bu hesap devam ettiği burada durduğu sürece ben geçmişe dönüp baktıkça "aha işte bu çok güzeldi!" demek hoşuma gidiyor.

Geçtğimiz günlerde yine Onur sayesinde yeni insanlarla tanıştım. (onur olmasa ben ne yapardım demeye başladım bile.) açıkçası tanıştığım kişilere hayranlık besledim ve hala da besliyorum. yaptıkları iş benim ve belki de çoğu kişinin hayranlık duyabileceği türden. evet onlar bu fanzinlerin çizerlerinden... en cok karşılaştığım kişi ise Yıldıray Çınar oldu. O'nun yaptığı işlere hayran kalmamak elde değil. Yıldıray Çınar'ın bazı çizimleri için buradan buyurmanızı şiddetle tavsiye eder hatta gidin bakın diye de emir cümlesi kullanmayı kendime bir vazife bilirim. kendisi DC Comics de çizer. (bence daha da bir şey dememe gerek yok.)



ÇAPA da yer alan Son Kahraman ise onun yazıp-çizdiği karakterlerden birisi. Türk bir çizerin böylesina kahramanlar yaratıp onlara verdiği isimler(demir türk, kurşun, havan, meltem danbıl, kum torbası...)ve sinoptan şimdi çıktım 5dakikaya oradayım gibi replikler ve daha bir çok süprizlerle eğlenceli bir çizgi roman sunması gerçekten güzel. (ayırca şimdi fark ettim bu 400 sayfalık canım ciltin orta yerinden bir ayrılma söz konusu. onur beni mahvedecek. :/ )


ve tabi çizimler kadar ince ayrıntılar ile bu fanzinlerin pek de amatör çizerlerin elinden çıkmadığını görüyorsunuz. ne kara kalem karalamaları ne de can sıkıntılarından ortaya çıkmış çizimler değil. severek ve isteyerek yapılmış işler ve bence çok da eğlenerek yapılmış...

Yıldıray Çınar/ Aysel ve Gürel


şimdi buraya daha bir çok kare eklemek isterdim lakin bir ÇAPA edinip okuyun derim. böyle bölük pörçük kötü çekim fotograf kareleri ile olacak işler değil bunlar. hoş dediğim gibi ben satın almadım arkadaşım Onur'dan ödünç aldım. ama hadi ben de bir tane satın alacagım dediğimde gözlerimin içine bakarak kötü haberi verdi: Çiğdem sonuncusunu ben satın aldım, dedi. neyse ki gelişmeleri takip edebileceğimiz bir blog sayfaları mevcut. işte blog sayfasına buradan bakıp onlarla ilgili gelişmelerden haberdar olabilirsiniz.

Yıldıray Çınar/Karabasan


Pek tabiki Yıldıray Çınar tek çizer değil. Mahmud A. Asrar'ın ve Hakan Tacal'ın çizimlerinden de bahsetmeden geçemeyeceğim. zaten Mahmud A. Asrar'ı internette aradığım zaman zaten onun da deviantart hesabını daha önceden takibe aldığımı gördüm. (demek ki insanlar hakkın da çok da araştırmaya merakı bir yanım yokmuş. azıcık araştırmacı olsam daha kim bilir ne güzel insanlardan, ne güzel çalışmalarından haberdar olacağım... kendimi yargıladım pardon.) Mahmud A. Asrar'ın deviantart hesabı için buradan buyrun...


üstüne tıklayıp sırayla okumanızı tavsiye ediyorum o kadar emek verilmiş ve ben de o kadar uğraştım fotografını çektim kötü kalite cıktı kırptım ettim birleştirdim... bir de nedense hoşuma gitti. yaram mı vardır nedir...



Mahmud A. Asrar'ın ÇAPA'da yer alan ve ilgimi çeken karakterlerinden birisi de İpek oldu. zaten farkındaysanız çizimler hakkında yorum yapmıyorum direk fotografları ekliyorum çünkü yorum yapabilecek kişi ben değilim. ben sadece hayran kalan imrenen kişiyim.

bir şekilde bir yerlerden bulup edinin derim yada olmadı ÇAPA blog sayfasından takip ederek gelişmelerden haberdar olarak onları takip etmenizi tavsiye edebilirim. daha fazla da bir şey diyemiyorum. bir de ne güzel insanlar diyorum. imrenmeye devam ediyorum. imrenirken de bir yandan kendimce bir şeyler çizmeye devam ediyorum ama Onur ve Yıldıray'ın tavsiyelerine uyarak çizsem süper olacak biliyorum. saolsunlar ilgilendiler ve hiç seslerini çıkarmadan defterlerimdeki çizimlere baktılar. üstüne üstlük kalem defter önerdiler ve Onur üşenmedi benimle alışverişlere çıktı yanımda oldu. dediğim gibi ne güzel insanlar... ve acıktım sanırım beynim durdu nelerden bahsediyorum. bir de kendimi okuduğum karakterlerin yerlerine koymaktan vazgeçebilsem çok güzel olacak çünkü yarın pazartesi ve yine iş başı. ne güzel. tamam o zaman canım dilim ekmek üstüne kekikli kırmızı biberli peynirli fırına sürülmüş şeylerden çekti. mutfaga gidiyorum.

Yürüyen Şato




İngiliz yazar Diana Wynne Jones'un 1986 yılında yazdığı ve 2010 yılında Türkçe çevirisi ile Yürüyen Şato olarak ülkemizde yayınlanan tatlı kitabı 5gün boyunca hece hece okuyarak "aman bitmesin" diye resmen üzerine titredim. Ama bugün eve dönüş yolumda kitabın soy sayfasını çevirdiğimde toplu taşıma aracında olduğumu umursamadan bir anda "hadi bee!" diyiverdim.



Daha çoğunlukla Hayao Miyazaki ile bilinen adıyla Howl'un Yürüyen Şatosu çoğu kişi tarafından sevildiği gibi ayrıca Oscar'a da aday olmuştur. Filmi izlemedim. Film hakkında hiç bir araştırma yapmadım. Önce kitabı okumalıydım ki bir tesadüf eseri gecen hafta kitabı bulunca kaçırmadım. Hemencecik bitiverdi çünkü İngiliz yazarlar kitap yazma işini gerçekten çok iyi biliyorlar. Filmi tamam eminim güzeldir hele ki Sayın Miyazaki'nin elinden çıkma ise kesinlikle kötü bir sözüm olamaz ama kitap okurken yazarın yönlendirmesi sonucunda kendi hayal dünyanızda şekillenen kitabın tadı bir başka oluyor. Hem sempatik hem mistik hem de büyülü bir hikaye. Ayrıca kendimi kaptırmış elimde olmadan Sophie ile özdeşleştirivermiştim. Nereye gitse bir anne edasıyla ortalıgı derleyip toplama, azimle yaptığı temizlikler, kendini yaşlılığına iyice kaptırıp bu durumu benimsemesi ve herşeye meraklı burnunu sokması...



Herşey tahmin ettiğimiz gibi gitmeyebiliyor, olaylar göründüğü şekilde olmadığı gibi bizim algıladığımız biçim de yanlış olabiliyor yada bizim bildiğimiz yol doğru olmayabiliyor. Bunun yanı sıra kaderimizden de kaçamadığımızın bir gerçek olduğunu yazar bize açıkça gösteriyor. Ve bunları anlatırken beni de şaşırttığını söylemeliyim yani kitabın sonunda beklediklerimin yanı sıra beklemediğim gelişmeler de oldu. Film kitaba birebir sadık gitmiş mi bilmiyorum ama kitabı çok beğendim. Ayrıca bir ara Neil Gaiman bu kitabı kesin okumuş dedim. Ya da şu olayı şu yazar kesin buradan esinlenmiş dedim. Dedim dedim durdum. Ve hayal bile edemiyeceğim bir hayal dünyasına sahip yazarın çok tatlı bir kitabını üzülerek bitirdim.



Hem çocuklar hem de büyükler için...

Alaycı Kuş -Açlık Oyunları Üçüncü Kitap-




Açlık Oyunları'nın son kitabı.
Suzanna Collins'in yazdıgı 3 kitaplık serinin sonuncu kitabını okumayı iki gün önce bitirmiş olmama rağmen şimdi buraya yazabiliyorum.
Açık konuşmak gerekirse ve her zaman ki gibi kitabın sonundan başına doğru yorumlayacagım için kitabın sonu için şunu diyebilirim: evet konuyu iyi toparlayıp aklımızda "eee şuna ne olacak, bu olay neden yarıda kesilmiş" gibisinden sorulara kesinlikle izin vermeyecek şekilde bitirilmiş olsa da ben sonunu beğenmedim. yani sanırım mutlu son olmadıgı için. evet kitabın sonunda mutlu son beklemeyin! kendime engel olmak istemiyorum bu konuda yani "yaaağ inanamıyoruuuuum kitabın sonunu söyledin polu oha falan oldum" gibisinden cümleleri istediğiniz kadar söyleyebilirsiniz. neyse ki olayları anlatmıyorum.

kitabın başına dönersem: evet kitabın basında olayları sündürdükçe sündürmüş sevgili yazarımız Suzanne Collins. yani hareketli ve sürükleyici bölümlere geçmem epeyce bir zaman, bir çok sayfayı geçmemden sonra oldu.

sayfa 11de ilki ile karşılaştığımız "Adım Katniss Everdeen. On yedi yaşındayım. Evim 12. Mıntıka'da. Açlık Oyunları'na katıldım. Kaçtım. Capitol benden nefret ediyor. Peeta esir alındı. Öldüğü sanılıyor. Büyük olasılıkla da öldü. Büyük olasılıkla ölmüş olması en iyi ihtimal..."
gibisinden kitap ilerledikçe ve olaylar değiştikçe zihninde durumlara göre konuları değiştirerek tekrarlamalarını yaparken zihnini açık tutan Alaycı Kuşu Katniss bana durmadan Resident Evil (Ölümcül Deney) isimli filmdeki Alice'in film başlangıçlarında olayları bize hatırlatma babındaki anlatımlarını anımsattı. belki bu sebepten yada kitabın gelecekte geçmesi nedeni ile ben ister istemez yine bu tür benzetmelerde bulunup bu seferde 3.kitabı Resident Evil ile bağdaştırdım. (İlk kitaptaydı sanırım orada da Mad Max benzetmesi yapmıştım. açlık oyunları ve çılgınlıkları...) bu sefer ki benzetme sebeplerimden biri belki de yerin altındaki 13. mıntıkada kitabın başlamasından dolayı olabilir. yerin altına doğru giden bir şehir... ve kitabın ilerleyen kısımlarında durmadan konusu geçen muttalar... yanılmıyorsam 2.kitapda da muttalar vardı ama bu sefer ki muttalar daha farklı ve daha çok Alice'in baş etmek zorunda kaldığı türdendiler. en azından yazarın tariflediği doğrultuda hayal dünyamda onları öyle tasarladım.



bu arada yayın evini tebrik ederim. gecen yıl kitap fuarında standta yakaladıgım görevliler her ne kadar bana ukala davranmış, beni germiş olsalar da sanırım şikayetimi dikkate almışlar ve bu sefer kelimelerde harf, hece eksikliği gibi hatalara yer vermemişler. teşekkürler.

evet biliyorum kitabın çok aman aman bir konusu yok. bu ne biçim kitap diyenler bu sadece olası bir gelecek senaryosu olarak görmemin yanında tabiki de bilimkurgu kitabı değil. tamamiyle fantastik kurgu sınıfında ve bence gerçek olabilme ihtimali düşük de olsa var. yozlaşmışız zaten gerisi de gelir nasılsa...

şimdi sırada Suzanne Collins'in Yeraltı Günlükleri Serisinin 1. kitabı olan Gregor ve Gri Kehanet var. ama o arada başka kitaplar... ne zaman kendimi yorgun hissederim o zaman beni yormayan akıcı anlatımı ve sürükleyici olayları ile bir Suzanne Collins kitabı daha okunabilir derim.

bu arada itiraf etmeliyim ki genelde kendimi karakterlerden birinin yerine koyarım. burada da evet kendimi baş karakterin yerine koydum yani ne yapabilirim ki onun kadar safdorik, çevresinde olup biteni göremeyen, her denilene inanan ve çoğu zaman duyguları ile hareket eden bu sebeple de ani kalkışlarda bulunup saçma sapan hareketlerde bulunan ama çoğu zaman da sezgilerinin kuvvetli olması ile doğru yönlere adım atarak durumu kötüye gitmeden kurtarabilen, çevresine güven vermesinin yanı sıra zaman zaman ne yapacagını bilemediğinde karamsarlığa kapılıp kendini bir dolaba kilitleyen bir tiptim. (bakınız tiptim diyorum) dolayısıyla o zamanlarıma tekabül eden hayatımdaki kişileri de bu kitapta çevremdekiler ile zihnimde bir eşleştirme yaptım. lakin eşleştirdiğim kişilerden gale ve peeta karakterleri ile hala görüşmeme rağmen hiçbir zaman öpüşmedim, sevgili yakınlaşmaları yaşamadım. yani katniss benden daha hızlı çıktı. hızlı da yaşadı zaten. ama genç ölmedi diyebilirim :)
-son-

Neverwhere / Yokyer




Neil Gaiman hayranı oldugumu bilmeyen kalmamıştır sanırım.
Pek tabiki bu eski bir kitap ama ülkemizde Neil Gaiman'ın çekilen filmleriyle ünlenmesi sonucu kitapları da değerlenmeye başladı diyebilirim. Sonuç olarak Neverwhere isimli kitabı ülkemizde Yokyer olarak basılıp satışa sunulmaya başlanılmış. Ben de kitapçıda görünce elimdeki kitabı bırakıp onu okumaya başladım.

Fantastik kurgu, gerçeklik dışı hayal ürünü karakterlerden ve olaylardan hoşlanmıyorsanız tabiki de ilginizi çekecek bir durum yok. Ama bir bakayım günümüzde yaşayan ve sihirli güçleri, büyü ile ilgili dünyaları olan varlıkların Neil Gaiman gözüyle Londra'nın masalsı dünyasının nemli sokaklarının altındaki kanalizasyonlarda nasıl geçiyormuş derseniz buyrun...
Neil Gaiman günümüzde ve bizim aramızda olan ama sıradışı yaşamlara ve sihirli yeteneklere sahip olduguna inandığı gerek mitolojik gerekse cok daha farklı güçleri ve dilleri konuşan karakterleri bize daha çok rock yıldızları havasında yada gotik tarzlarda sunmayı seviyor. Bir barbar conan yada orta dünya beklenilmemesi gerektiği için uyarımı yapıyorum.



Londra'da gayet normal bir hayat süren tipik bir İngiliz olan genç ve iyi kalpli Richard Mayhew her zamanki gibi hiç beklenilmedik bir anda karşısına gayet zararsız gibi çıkan genç bir kız Door'a yardım ederken dahil olması sonucu hiç de normal olmayan olaylar sonucu o gayet normal hayatı değişiverir. Ve yaptığı iyilik sonucunda istemese de normal hayatının dışına çıkarak "evine dönebilmek" için bir takım olayları atlatıp, hayatta sağ kalabilmek için sınavlardan geçmek üzere maceralar atlatır. Bu olaylar yaşanırken birçok kişiyle tanışır: Door, Marquis de Carabas, Bay Croup ve Bay Vandemar, İhtiyar Bailey, Anaesthesia, Avcı, Lamia, Islington...


İnsanlar sadece görmek istediklerini görür, var olduğuna inandığı yada inanmak istediklerini var ederler ya işte yazar da sanırım böyle düşünüyor. Gözümüzün önünde durupta göremediklerimiz, duyamadıklarımız, hissedemeyip anımsayamadıklarımız... Kitapta da durum böyledir. Aynı gerçek hayatta olduğu gibi. Bazen yazarların bir bildiği var da bizden mi saklıyorlar diyorum. Neil Gaiman'ın farklı gördüğü ve bizim de görmemiz için yazdığı bu kitaplar...



Karakterlerin kendilerine has ve insanı rahatsız etmeyip hatta benimseyip bir de üstüne "Aaa bunun gibi bir özellik, takıntı, rahatsızlık bende de var" dediğimiz olabiliyor. Genelde iyi adamı, hoş kadını beğeniriz ama bu sefer katil oldukları halde beğendiğim bir çift var. Bay Croup ve Bay Vandemar... Kesinlikle akla gelen diğer film, kitap yada oyun çiftleri gibi artık onlar da aklımda yer ettiler. Kendilerini gerçekten işlerinde olabilecek en iyi noktaya taşımış, bu işin reklamını yapmadan ama asırlarca zevk alarak bunu sürdüren tek bir kişi gibi olmuşlar. Ve bir de Islington var. Sırlarla dolu karakterler diyebilirim ve daha fazla da konuşmamam gerektiğini!



Kitabın içinde çizim olmadığı için fotoğrafını çekmedim. Ama internetten araştırdığımız zaman pek tabi bir çok sonuca ulaşabiliyoruz. Bu çizim de onlardan bir tanesi. Neil Gaiman'ın en sevdiğim yanı da bu. Karakterlerini bir nevi canladırması ama bunları çizim ile yapması. Gerçi yazarın anlatım tarzı ile karakterler sanki gözümüzün önündeymişçesine canlanıveriyorlar. Belki onun anlatım tarzından sebep yada yazarın istemiyle karakter çiziliverir. Graphic Novel denilen akımın başlaması... Pek tabi tüm çizimleri gözüm kapalı beğeniyorum diyemiyeceğim. Mesala Neverwhere için yapılan çizimlerden sadece Bay C ve Bay V nin çizimlerini beğendim. Ama bu üstteki çizimi pek sevemedim. Her zaman herşey benim beğeneceğim gibi olamaz ya...

Şimdi sırada hangi Neil Gaiman kitabının ülkemizde basıma gireceğini beklemekteyim. Keşke şu editörler Neil Gaiman ile iletişime geçip kitaba eklemek isteyebileceği çizim olup olmadığını da sorsalar da biz de kitabı okurken hayal dünyamıza renkler katılsa...

Aptal aptal sorular sormayın.

DNA'nın 5+1 serisinin son kitabı Kuşkucu Somon'dan bir bölüm... Okuyun diyorum neden diye sormayın işte. Neden olmasın?





İlhami Algör - fakat müzeyyen bu derin bir tutku





kitap şöyle iyi böyle iyi anlatmama gerek olduğunu sanmıyorum. eminim okumuşsunuzdur. değil mi? kitap bu aralar karşıma pek sık çıkmaya başlayınca okumak şart oldu diyip tekrardan bir okudum. her defasında oldugu gibi tadı damagımda kitabın sonunu gördüm.
herneyse işte. kitaptan bir kaç alıntı işte burada. :)







Dokuzlar Yasası - TERRY GOODKIND



"Fantastik kurguda bir ‘efsane’ olan Terry Goodkind’dan heyecanınızın hep dorukta kalacağı büyüleyici bir roman

“Hızlı, sürükleyici ve ürkütücü. Okuyucuyu nefessiz bırakacak!”
—Nelson DeMille

“Bir sonraki sayfayı iple çekeceğiniz sürükleyici bir macera.”
—Publishers Weekly

15 yıldır New York Times çok satan yazarı Terry Goodkind, zengin hikaye anlatımı ve unutulmayan karakterleriyle okurlarının gözünde sarsılmaz bir yer edindi. Şimdiyse Goodkind, bütün yeteneğini yılın en heyecanlı ve hayret verici ölçüde orijinal hikâyesini anlatmak için kullanıyor.

“O şey annene geldiğinde annen yirmi yedi yaşındaydı. Şimdi sen yirmi yedi yaşındasın ve o şey sana da geldi.”

Alex birden ürperdi, tüyleri diken diken oldu. Akıl hastalığı annesine yirmi yedi yaşında gelmişti. Yıllardan beri bildiği bu bodrum atölyesi şimdi onda klostrofobi duygusu uyandırıyordu.

27 yaşına basmak, belki bazıları için korkunç olabilir; ama Orta Batı’da zar zor geçinen bir ressam olan Alex için bu bir felaket.
Miras kalan büyük bir toprak parçası onu zengin ve mutlu bir adam yapmalıydı ama doğum günü, ismi ve henüz hayatını kurtardığı güzel kadın onu ve sevdiklerini- birden geri dönüşü olmayan büyük bir vahşetin hedefi haline getirdi."
alıntılandığı link.


İşte bir hayal kırıklığı daha. Gerçi kitabı alırken kendimi uyarmıştım. Ben bunu hep yapıyorum yani bak diyorum beklediğin gibi çıkmayabilir ama olsun diyip bir işe girişiyorum ve sonrası hüsran. Üstelik olaylar aynı tatsızlığında ilerlerken de of puf dememe rağmen “ama ya sonradan işler değişirse?” diyip azimle üstüne üstüne gidiyorum. Neyse işte öyle böyle derken kitabı okumayı dün bitirdim. Normalde kitabı okuyup bitirdiğim anda kitap elimde öylece bir süre durup kitabın tamamını ve beni şaşırtan, hüzünlendiren, tatmin eden yada ne bileyim beklemediğim memnun edici sonunu düşünürdüm ama dün eve dönerken kitap bittiğinde yola bakıp müzik dinledim. Sanki onca olayı, kitaba gelen övgülerde yer alan o sürükleyici macerayı ben okumamışım gibi.
500 sayfa boyunca insanın takdirini görebilecek bir cümle bile olmaz mı? Yok işte, elime kalemi alıp bir kere bile herhangi bir cümleyi işaretlememişim. Üstelik kitabın konusu da benim 8-9 yıl önceki çocuklukla yazdığım beyaz dizi tadındaki fantastik kurgu hikayem gibiydi. Yazarı da o kadar övmüşler, yere göğe sığdıramamışlar. Ne oldu da J. Salinger’in altın kurallarından şaşıp bu kitabı aldım bilmiyorum. Hep bu maymun iştahlılığım yüzünden biliyorum. Eve dönerken hissettiğim açlık yüzünden çantamda bulunan talaştan krakerler sevgili eti formlardan yerim de o an tatsız tuzsuz anlık doygunluk hissi verir ama sizi kesinlikle doyurmaz ya işte bu koca kitapta resmen öyleydi. 500 sayfanın sonunda siz hala açsınızdır. Bir de kalkıp Muz Sesleri’nin üstüne okudum diye mi böyle oldu anlamadım.
Bir de şu konu var: sevgili Pegasus yayınevini kitap fuarında gördüğümde yazın okuduğum onların yayınevinden çıkmış başka bir kitaptaki kelimelerin eksik harflerle yanlış yazımını dile getirmiştim oysa ki ama sanırım pek bir ciddiye almamışlar fakat kitabı okurken insanı acayip derecede rahatsız eden şu daktilo hataları bu kitapta iyice abartılmıştı. Bana dedikleri ise korsan kitap satın almadınız değil mi? Ahahaha evet korsan kitap alıyorum ve bir de üstüne üstlük yüzsüzlükle size gelip şikayette bulunuyorum demedim tabi ki de hayır dedim ve onlar da bunun üstüne dedikleri bize eksiklerin hangi sayfalarda olduğunu gösterirseniz size kitabın yenisini gönderelim oldu. İyi de yeni gelen kitap aynı basım ise o hataların olmaması gibi bir durum söz konusu olabilir mi acaba? Ayrıca ben kitaba kendimi kaptırmış harala gürele okurken bir de elimde kalemle oturup sizin eksik harflerinizi belirleyeceğim de sonrasında size bunları belirten bir e-posta mı göndereceğim? Hiç sanmıyorum. Bir daha o yayınevinin çıkardığı kitaplardan almam olur biter. Belki yaşlandığım zaman kendime sataşacak birilerini arayıp da her zaman şikayetlerde bulunduğum belediyelerden cevap alamadığım bir zamanımda yayınevlerine mektuplar yazmaya başlayabilirim. Ayrıca şuan işyerindeyim ve bağlantılardaki bir sorun yüzünden internete ve ortak paylaşım klasörlerine veee e-postalarıma bakamadığım için sıkıntımdan an itibariyle bu kadar çok konuştum. Sanırım şimdilik bu kadar.

Muz Sesleri - Ece Temelkuran



bir hevesle aldım bir an duraksadım nasıl ve ne alakalarımla okumaya devam ettim derken bir baktım kitapta ne kadar kadın karakter varsa hepsi oldum. ve maalesef bugün üzülerek kitabı bitirdim. hani iştahla yediğiniz tadına kokusuna doyamadıgınız abur cuburumsu yemegi yerken kavanozun dibini gördüğünüz zaman üzülür de kavanozu kaldırıp bir de altına bakar, sağını solunu evirip çevirip bakarsınız sonra da oflayıp elinizden bırakırsınız ama gözünüzün ucuyla da o kavanozdan başka var mı diye etrafa bakınırsınız. hah! işte bu duygu ve düşünceleri yaşadım. tabi kitap bitmişti ama benim merakım, heyecanım, iştahım bitmedi. bir de o heyecanla eve geldim anneme kitabı okumalısın bak şimdi bir deniz var bir filipina var bir şu var bu var o oluyor şunlar burada derken ağzımdan kitabın sonunu kaçırıverdim.
bu arada iştahım hala dinmedi. kitaptaki kişiler ve olaylardan bahsetmemek için zor tutuyorum kendimi çünkü her an aşırıya gidebilirim.



birçok farklı hikaye ama tek bir şehir, tek bir savaş, tek bir kader.
farklı bakış açılarını beni ciddi anlamda sarsmadıgı sürece kabul edilebilir gördüğümden midir yada yazara olan sevgim ve çoğu yazısında ona katıldıgım için midir bilmiyorum ama kitabı okurken her bir karakterin haklı bir sebebi oldugunu gördüm. kendi şartlarında... belki ben onlardan herhangisi birisi olsaydım belki ben de onların yaptıgını yapacaktım da dedim. ama bildiğim birşey varsa hiç bir zaman aşırılıklardan hoşlanmadıgım oldugu için sanırım şu poster konusuna yada aşırı hayranlık kısmını kendim için düşünemedim.

neyse kendi kendime konuşuyorum işte.
ama yazarı gördüğüm zaman diyecegim şudur ki: eee peki ya şimdi? kitabın devamı geliyor değil mi? ben doyamadım da...


- tanrım bir akşam sizinle yemeğe çıkalım size çıtlatacağım çok mühim meseleler var.


bir evde şömüne varsa salonda da çeşme olmalı mutlaka yan oda da koyunlar kuzular otlamalı.


duvarların keyfini kir sürüyor eşyaların zevkini toz


- tuzu uzatır mısın hayatım bana değil yarana


yüzlerimiz alınganlık ormanı eksiklik aşılıyor hor baktığına


ah insan yanımız en azınlık yanımız yanlarım ağrıyor


aramızda şuursuz üç harf aşk sisyphos’u iteleyip yoruyor.


aşk bir yara birimi iğne sakallı cerrah ayartılmaya teşne. ”


met üst - apartman haikuları

böyle işte. kitabın hepsini yazacak halim olmasın durayım.