alıntı düşünceler...

İnsanlar inanıyorlar. İnsanların yaptığı işte budur. İnanırlar. Ve sonra inançlarından dolayı sorumluluk almazlar; bir şeyler yaratırlar ve bu yaratımlarına güvenmezler. İnsanlar karanlığı dolduruyorlar: hayaletlerle, tanrılarla, elektronlarla, öykülerle... İnsanlar hayal kuruyorlar ve insanlar inanıyorlar. İşte bu inanç, bu kaya gibi sert inanç olayların olmasına neden olur. Aklıma şu an bir çok savaş yada yaşanmış olay geldi. Bunlar sadece benim aklıma gelenler. Size başka başka olayları çağrıştırmış olabilir. Kendimiz aciz, güçsüz, bunalımda hissettiğimiz zaman bizden daha güçlü, daha kudretli bir ŞEY(ler) arıyoruz ve onlara sarılıyoruz, bağlanıyoruz. Ve sonra yine düze çıktığımız zaman, herşey yoluna girdiği zaman ŞEY(ler)İ unutuyoruz. ŞEY(ler)İ, o büyük karanlık boşlukta yada odamızın kuytu bir köşesinde, yatağımızın altında, dolabımızda, defterimizin bir sayfasında, bindiğimiz arabamızın dikiz aynasında öylece unutuveriyoruz. Ta ki biz yine bir boşluğun içine düşene kadar! Ve bu böyle sürüp gidiyor.

Pencere.

Biz iki kardeşiz. Sen benim abim, ben senin minik kız kardeşin. Daracık bir varoş sokak boyunca bir aşağıya bir yukarıya umarsızca turluyoruz. Sen iki tekerlekli minik bisikletinle turluyorsun, ben ise sıkıca sarıldığım ayıcığımla senin yanında koşuyorum. Bir aşağıya bir yukarıya. Ama çok uzağa değil. İki katlı varoş evimizin penceresinden annemiz baktığı zaman bizi görebileceği kadar uzağa gidebiliriz. Sonra ben düşüyorum. Sıkıca sarılmış olduğum ayıcığım bir tarafa ben bir tarafa saçılıyorum. Sen hemen bisikletini bir kenara fırlatıp yanıma geliyorsun. Ben ayağa kalkıyorum ama kalkarken söyleniyorum da. Avuç içlerim sızlıyor. Sokağın ortasında benim avuçlarıma bakarak duruyoruz. Senin bisikletin bir tarafta, benim ayıcığım bir tarafta. Sonra sen ellerimi tutup avuç içlerimi öpüyorsun ve bana bakıp gülümsüyorsun. Ben de ağlamaklı yüzüme bir gülücük yerleştiriyorum. Dizlerime bakıyorsun. Bakışların bir aşağıya bir yukarıya. Birşeycik olmamış. Ayıcığımın yanına gidiyorsun. Eğilip alıyorsun. Orasına burasına vurup üstündeki tozu, çamuru götürmeye çalışıyorsun. Ve başlıyorsun ayıcığımla konuşmaya:"hepsi senin yüzünden!" bu sırada sağ elinin işaret parmağıyla azarlama hareketleri yapıyorsun. Parmak bir aşağıya bir yukarıya. Dayanamıyorum ve ayıcığımı hemen kollarımın arasına alıyorum. Sana "onun bir suçu yok." diyorum. Gülümsüyorsun. Elimden tutup kapımızın eşiğine oturtuyorsun. Bisikletini de alıp karşımda duruyorsun. Biraz oturmamı, dinlenmemi söylüyorsun. Ama ben buna bozuluyorum ve hemen ayağa kalkıp "ben iyiyim"!" diyorum. Beni bırakıp diğer çocuklarla oynamanı istemiyorum, hep yanımda olmanı istiyorum. Sen yine gülümsüyorsun. Ayıcığımı alıp bisikletinin direksiyon kısmına sıkıştırıyorsun. Direksiyonu kaldırıp, indiriyorsun. Ayıcık bir aşağıya bir yukarıya. Ayıcığımı bana veriyorsun ve "hadi" diyip bisikletine biniyorsun. Bu defa bisikletini daha yavaş sürüyorsun ve ben de yanında rahatça yürüyorum.

Dolmuşta...

Soğuk bir kış günü daha. Her yer kar, her yer bembeyaz, her yer yine güneşin de etkisiyle pırıl pırıl parlıyor. Dolmuş durak da durur durmaz iki üç kişi uçarçasına kapıdan içeri daldılar. Tam dolmuş hareket ediyordu ki başı kapalı orta yaşlı kadıncağız güç bela el kol hareketleriyle kendini göstermişti.Kendini ve yanındaki minik iki çocuğunu... Dolmuş basamaklarına adımını attığında muavin bağırdı: "Az acele hocam!" Kadın tamam anlamında başını salladı ama çocuklarla ne kadar hızlı ve atik davranabilirdi ki? 8-9 yaşlarındaki oğlan bir erkek edasıyla ön koltuklara doğru ilerlemişti bile. Kadın kucağındaki 3-4 yaşlarındaki kız çocuğuyla birlikte oğlunu takip etti. Ve oğlunun gösterdiği boş yere oturdu. Minik kız çocuğunu cam kenarına oturtturdukdan sonra oğluna döndü ve "gel hadi sen de otur şuraya" diyerek kız kardeşinin yanını gösterdi. Çocuk net bir şekilde "hayır" demesine rağmen annesi ısrarcı davranıyordu. "Hadi ama şimdi dolmuş fren yapacak Allah korusun sen de düşeceksin bir yerlerini inciteceksin. Gel şuraya otur." derken çocuk kaşlarını ve omuzlarını aynı anda indirip kaldırarak direniyordu. Sonunda annesi "İyi tamam. O zaman sıkıca tutun şuraya bari." diyerek pes etmişti kadıncağız. Minik kız çocuğu hiç ses çıkarmadan boyunun yettiği kadarıyla camdan dışarıya bakmaya çalışıyordu. Görebildiği kadarıyla dış dünyayı inceliyordu. Zaten parlak güneş yerdeki kar örtüsü ile anlaşmalı olarak etrafı yeterince parlaklaştırıyordu. Bu insanın gözlerini alıyordu. Sokaktan bir binaya girdikleri zaman etraf kapkaranlıkmış gibi oluyor, pek birşey seçilmiyordu. Minik kız bunları bilecek kadar büyümüştü. O sırada duracak sinyali yandı ve şöför ilk durak da durdu. Kapıyı açtı ama kimse inmedi. Kafasını kırkbeş derece kadar sağa çevirip otobüsün içine baktığında ilk gördüğü ayakta duran oğlan oldu. Ona bakıp sırıtıyordu. Şöför birşey demedi. Kapıyı tek tuşa basarak kapatıp, el alışkanlığını belli ederek uyumlu bir şekilde vitesi bir sonraki vitese geçirip direksiyon üstünde ellerini buluşturarak yola devam etti. Kadıncağız bir yandan bugün yapması gerekenleri düşünürken bir gözüyle kızını kontrol ediyor diğer gözünü ise ayakta duran oğlundan hiç ayırmıyordu. Büyüdüklerini görebilecek miyim acaba diye bir an içinden geçirdi. Sanırım bu her anne babanın hayali, düşüncesi, emeli, gayesiydi. Duracak sinyali yine yanmıştı. Şöför bir sonraki ilk durakta durdu ve kapıyı açtı. Yine inen kimse olmamıştı. Şöför iyice sinirlenmeye başlamıştı. Başını yine geriye doğru çevirdi ve erkek çocuğuna baktı. Ama bu sinirli bir bakıştı.Ve buranın efendisi benim, burada benim sözüm geçer küçük delikanlı bakışıydı bu. Tabi anlayana. Şöför zamanının azaldığını görünce hızlı ve seri bir şekilde kapıyı kapatıp vites değiştirip son gazla yoluna devam etti. Bu kalkış sırasında oğlan biraz sendelemişti. Yüzündeki o sırıtışta bir anlığına panik duygusu ile yer değiştirdi. Bu duracak düğmesine basmak ona değişik bir haz veriyordu. Dolmuşun içindeki bütün insanlar onun tek bir parmak haraketiyle durup yeniden ilerlemeye başlıyorlardı. Herşey onun elindeydi. Ona bağımlılılardı. Ve bunu hissetmek onu eğlendiriyordu. Yada olaya böyle bakmak onun hoşuna gidiyordu. Biraz daha devam ederse şöförden dayak yiyebileceğini hiç düşünmeden kısa süreli saltanatının -yada eğlencesinin tadını çıkarıyordu. Ve bir kere daha basmalıyım diye düşünürken duracak sinyali yanmıştı bile. Duracak sinyalinin yandığını gören şöför bu defa dikiz aynasından otobüsün içine göz gezdirdi ve en arkada ki kapının önünde biriken insanları görünce bu defa gerçekten durması gerektiğine karar verdi. İlk durakda duran şöför sadece arka kapıyı açtı. Kafasını hahifçe çevirip ona şaşkın gözlerle bakan oğlana zafer sırıtışını fırlatıp başını yeniden önüne çevirdi. Kapıyı şık parmak hareketleriyle kapattıktan sonra artistik bir bilek hareketiyle vitesi değiştirip koca dolmuşu harekete geçirdi. Neden bilmiyordu ama çocuğun yüzündeki o ifade ona zevk vermişti. Oğlan çocuğu şöförün zafer sırıtışını unutamıyacaktı. Nasıl oldu? Düşünürken gerçekten de tuşa dokunmamış mıydı? Büyük aptallık! Affedilemezdi. Ama bu defa kazanma sırası ondaydı ve bundan emindi. Çünkü bu yolu tanıyordu. Bir sonra ki durağın yerini de biliyordu. Durağa yaklaştıkları sırada çocuk tuşa dokunuyordu ki annesi de elini uzattı ve onunla birlikte tuşa bastı. Nasıl yani? diye düşündü çocuk. Annem benim tarafımda mı yani? diye düşünürken durağa geldiler ve ön kapı açıldı. Çocuk zafer sırıtışını yüzünde hazırlamış şöförün ona doğru dönüp bakmasını beklerken annesinin sesini duydu : "Oğlum hadi ilerlesene. Bu bizim durağımız, burada inmemiz gerek.Hadi kızım gel kucağıma." diyerek kızına döndü ve onu kucağına aldı. Oğlan hayal kırıklığına uğramıştı. Savaş mağlubu gibi asık suratla üzgün olarak dolmuştan iniyordu. Ama asıl üzgün olan minik kızdı: "Anne burada biraz daha kalamaz mıyız?"

Enter Sandman

DREAM:
Kendimi insanoğlunu merak ederken buldum. Kızkardeşimin hediyesine karşı olan tepkileri çok garip. Neden güneşsiz topraklardan korkuyorlar? Doğmak ne kadar doğalsa ölmek de o kadar doğal. Ama ondan korkuyorlar, kaçınıyorlar, biçare gönlünü almaya çalışıyorlar.






LUCİFER- Miğferli yada miğfersiz senin burada hiç gücün yok... Hayallerin cehennemde ne gücü olabilir ki?

DREAM- Gücüm olmadığını mı söylüyorsun? Belki gerçeği dile getiriyorsun. Ama burada HAYALLERİN gücü yok diyorsun. Söyle bana Lucifer Sabah Yıldızı, hepiniz kendinize sorun. Eğer buraya hapsedilenler CENNET'İ HAYAL EDEMESELERDİ, CEHENNEMİN gücü olabilir miydi?



WILL(SHAXBERD)- Senin bu tanrı vergisi yeteneğine sahip olmak için herşeyi verirdim. Ben öldükten çok sonra bile insanlara hayaller kurdurabilmek için, herşeyden de fazlasını verirdim.




ERASMUS FRY- Yazarlar yalancıdır.


DREAM- Hayır sevgili Auberon. Başka hiç kimsenin ağzına almaya cüret edemediği gerçekleri dile getirmek bir soytarının imtiyazıdır.


DREAM- Herşeyin gerçekleşmiş olması gerekli değil. Saf gerçekler toz ve kül olup unutulduklarında, hikayeler ve hayaller ebedi olacak tek gölge gerçeklerdir.



DEATH- İlk canlı varolduğunda ben oradaydım, bekliyordum. En son canlı öldüğünde benim işim de bitmiş olacak. Sandalyeleri masaların üzerine kaldırıp, ışıkları kapatıp kainatı kilitleyeceğim ayrılırken.



DEATH- Kendi cehennemini kendin yaratırsın Rainie.


DEATH- Hayatının sahibi sensin Rainie, ölümünün de ve unutuluş dersen...? Korkarım öyle bir seçeneğin yok.



DEATH- Pardon. Hiç yardımcı olamadım. Görüşürüz...
(Death, Bay Mulligan ile yaptığı telefon görüşmesinden. Maske bölümü.)







Ölüm önümde bugün; hasta bir adamın iyileşmesi gibi hastalıktan sonra bir bahçede gezmek gibi.
Ölüm önümde bugün; Mürr'ün kokusu gibi. İyi bir rüzgarda bir yelkenli olmak iyidir.
Ölüm önümde bugün; akıntının rotası gibi savaş kalesinde evine dönen bir adam gibi.
Ölüm önümde bugün; yıllarca esir olan bir adamın evine olan hasreti gibi.




cenkozgenn zamanında demiş ki;
anlatıcı : cehennem ateşi yoktur onu kendi günahınla ateşlersin... peki şimdi bir soru ne kadar ateşe dayanabilirsin??
--tam o andan seyirci* lerden biri atladı---
seyirci: şeytan Allegra Geller** 'eye ölüm.

--anlatıcı döndü seyirciye --
anlatıcı: seytan, sadece insandır. seytan diye bir şey yoktur. her insanın içinde biraz seytan vardır. kendinin de sahip olduğun bir vasıftan dolayı baskasını suçlaman oldukça budala bir hareket. işte bu yüzden burdasın ve görevin bitti, şimdi git, o seytan ı bul..

dinleyici : (dinleyici çok dinlemişti ve artık sıkılmıstı) HAYIR.
hayır ded ama devamını getirecek kudreti kendinde bulamamıştı ki zaten yoktu. çünkü o hep dinlemişti onun uzmanlığı buydu.. ve oturdu.. belki duyduklarından bir kaç cümle oluştursa durumu kurtaraktı ama bunu anlatıcı hemen farkedekti. çünkü söyleyeceği her şey anlatıcıdan duyduklarıydı mecburen. o anlatırdı o da dinlerdi.

anlatıcı : hayır diye bir sey yoktur. hayır sadece evetin zıtlığı yani sıfır olma halidir. tıpkı soğuk gibi...şimdi yaklaş ey izleyici.. ve anlat neler gördün orda..

izleyici ( izleyici artık anlatıcı olmustu, anlatması gerekiyordu cünkü anlatıcı bunu söylemişti)
anlatıcı : her yer insan her yer gözlük her yer kan gıybet ihanet ve her yer kibir. insanlar kibir yiyip kibir içiyorlar ve kimse bunu hazmedemiyor herkes kusuyor. herkes kibir kusuyor. o artık yataklarında, o artık kulaklarında. duydukları herşeyi kibirli duyuyorlar ve o artık agızlarında, her kelime kibirli cıkıyor. o artık vücudların, onlara ait olmayanla birlikte. herkesin bir evreni var, kibirlen inşa edilmiş. harçları kibir.
anlatıcı ( esas olan) : ya arınmış olanlar yada kirlenmemiş olan yok mu?
anlatıcı : evet. orda.gördüm. ama bulanmak üzereler ilk kez veya tekrar.ama bulanıyorlar her yer camur göz gözü görmüyor. gözler görmek için değil. gözler sehvet gözler irin..herkes sadece bir dudak payı bırakmış bardakta yaşam için. herkes herkesin içinde. bir başkası da geliyor ve gidiyor!! akıllarda hep o soru. kaç kişi???

anlatıcı ( esas olan) : kibirden an uzak 7 kadın ve 7 erkek seçmesi için bu 14 kişinin dışında en kibirsiz olanı seç. diğer insanlar yeterince cehennem yapacak kadar ateş biriktirmiş...............

* seyirci : bu dünya da değil. yeryüzüyle gökyüzü arasındaki birikimle dünyaya düşüyor bir kaç saniye. alevler geldiği yere yükseliyor.. yalvarıyor beni de götürün diye. aldığı tek cevap : "insanlardan yardım iste, " oluyor

** Allegra Geller : eXistenZ filmindeki tasarımcı

ve bugün

bugün o kadar sıkılıp kasılıp kendime eziyet ettim ki bir bakmışım aslında hiçbirşey düşünmemişim, yapmamışım. sadece boş boş vakit öldürmenin tadını cıkarmayı unutmuşum.

bu ilk yazım. sadece deneme ve alışma sürecim. çok fazla blog incelemedim. nasıl işler, nasıl ilerler pek bilgim yok ama zamanla öğreneceğime söz verip inanıyorum ki inanmak başarmanın yarısıdır falan filan. saygılar.