Borabay Gölü




Haftasonu evde oturacagımıza dedik ki çıkalım göle gidelim. Ama unuttugumuz birsey vardı ki o da bir yaz haftasonu göle gitmeye kalkmak sakin ve huzurlu bir yere varamıyacagımızın en belirgin özelliği olması demekti. tasını tarağını toplayan resmen oraya kamp kurmuştu. tamam piknk güzeldir. eşin, dostun, çocuklarınla açık havada oturursun, hem eğlenir hem birşeyler yersin hem de fiziksel olarak ruhen olara da kendini daha iyi hissedersin ama o güzelim yeri de ahıra çevirmezsin!
göl kenarında balık tutmaya calısan bir kalabalık, içerilere doğru ise piknik yapan bir kalabalık ve onların attığı çöplerden karınlarını doyurmaya çalışan inekler... ağaçların sıklaştığı tarafa doğru yürüdüğümüzde ise poşet tarlaları...
bu güzelim manzara ile bizi karşılayan göle resmen ihanet ediliyordu. ve sakinleşmek için gittiğim gölde ruhum sıkılıp, huzurum kaçıp eve geri dönmüştüm. evet birileri ilgilenmeli ki ilgilinen de var aslında. yolda bir bekçi klubesinden cıkan bir amca bizden az da olsa bir para aldı. piknik alanı için cok guzel banklar, çöp atmak için ve bulaşıkların yıkanması için yer bile ayarlamışlar. ama insanların beyinlerinde çekiçin çiviyi çakması gibi çakacak bir hoparlör sistemi ile durmadan anons yapılması gereken düzenek yoktu. "Lütfen çöplerinizi çöp kutularına atınız! Nasıl bulmak istiyorsanız öyle bırakınız!" gölün içinde gördüğüm tabela, sandalye ve bir çok çöpten bahsetmek istemiyorum derken aslında söyledim bile.
sonbaharda bir daha gidip şansımı denemeyi düşünüyorum. sakinken belki bu kadar söylenmem. eğer amasya yada samsun tarafına yolunuz düşerse yada Ladik civarlarından geçerseniz aklınızda bulunsun. Ladik gölünü de görün tabi...
Borabay Gölü, Samsun'un Ladik ilçesine en fazla 30-40dk uzaklıkta bir mesafede bulunan vakti zamanın volkanın kriter gölüdür. Bazı yerlerde de baraj gölü olarak geçmektedir.
17.08.1999

cok uzun bir yolculuğun ardından gece 10 gibi evimize varmıştık. yorgunluk haliyle eşyaları kabaca yerleştirip herkes odasına dinlenmeye çekilmişti. o yorgunluğa rağmen gece yatagımın zangır zangır duvara vurması ile uyandım ve hemen ailemin odasına koşup deprem oluyor dedim ama deprem durmuştu zaten. neyse dedim hafif oldu. atlattık. ve daha ben odama dönmeden annemin telefonu çaldı. arayan dayımmış. biz iyiyiz bizi merak etmeyin dedikten sonra telefon kesilmiş. annem dayımın sesindeki panik yada tuhaflıktan olsa gerek hayırdır diyerek kalkıp onları tekrar aramak istediğinde çok geçti, çünkü telefonlar kitlenmişti bile. televizyonu açtığımızda ise bir iki kanal çoktan haberi duyurmaya başlamıştı bile. depremin rakamsal şiddeti bile gözüme korkutucu görünmüştü. ertesi gün ise asıl korkutucu yönüyle tanışmıştım. dayımla yengem o geceyi şanslı olan çok az insan gibi burunları kanamadan atlatmışlardı. hem de şans eseri. izmite taşınalı 2hafta bile olmamıştı ve eğer akıllarında kalan diğer eve taşınmış olsalardı yıkıntılar arasında kalacaklardı.

herkesin bu büyük depremle ilgili bir anısı vardır eminim. çanakkalede yaşadığımız lojmanda bile bir anda bir çok olay duymaya başlamıştım. hepsi de insanı dehşete düşüren, üzen... ve tam bir ay bile dolmadan izmite gittik. oradaki durum karşısında canım acıdı. kayıplar veren insanlar kadar olamasa da acıdı işte. ve her yıl 17 ağustos günü canımız acıyor. ölenlere Allah rahmet eylesin, yakınlarına da sabır versin.
ama asıl canımı yaktığı kadar sinirimi bozan ise 10 yıldan beri iyileştirme çalışması olarak neler yapıldı sorusunun cevapsız kalması diyebilirim. haberlerden izlediğim kadarıyla pek de yapılan birşey yok. tek dedikleri yıllardan beri süre gelen büyük bir istanbul depremi. evlerimizde koyun gibi oturup depremin olmasını bekliyoruz resmen. bir deprem anında neler yapmalıyız hakkında birçok fikir sunan bilir kişileri dinleyip ne kadar mantıklı diye kafamızda düşünüp tartıyoruz.
keşke iyimser bakabilseydim.

mim mim mim mim!


- kompiter mim ne demek?
+ mim mim mim mim!


galaksi otostopçusu Cenx tarafından mimlenmişim ve kompitere mim ne demek diye sordukdan sonra aldığım cevap doğrultusunda işe koyuldum. durumun şaşkınlığı ve heyecanı ile umarım elime yüzüme bulaştırmam. =)


-Hangi şehirde yaşıyorsun?
çoğu zamanım İstanbul'da geçtiği için İstanbul.


-Mesleğin?
Çevre mühendisi adı altında diplomalı çöpçü oldum lakin 1 yıldır evde vakit öldürüyorum.



-Blog yazmaya başlama kararını nasıl aldın?

açıkçası annem durmadan söyleyince tamam diyip blog yazmaya başladım. "o kadar bilgisayar başında vakit geçiriyorsun bari bir tane de blog sayfan olsun." demişti.


-Ne kadar süredir blog yazıyorsun?
sanırım ilkbahar başlangıcı idi. serin bir akşam üstü ilk adımı attıgımı anımsıyorum. =)



-Blogunu hangi sıklıkla ziyaret edersin?

hergün bakarım. hatta günde 2-3defa da olsa açar boş boş bakarım.


-Pc açıldığında blogunu açmak kaçıncı sıradaki iştir?
3 yada 4. işimdir.


-Başka bir blog sayfasında görüp aldığın bir şey ya da gittiğin bir yer oldu mu?
sanırım Samsundaki Körfez isimli pide yapan güzel yeri bir blog sayfasında görüp de gitmiştim. film yada müzik önerisinde bulunan bloglardan fikir aldıgım oldu diyebilirim.



-Bloğunda hangi konulardan bahsetmek seni mutlu eder?

ilk başlarda hayal ürünüm olan kısa yazılar, hoşuma giden alıntılar idi fakat şimdi kendimce paylaşmak istediğim herşeyi yazmak istiyorum.


-Bloglarda gördüğün diğer blog arkadaşlarını eklemekte seni cezbeden ne olur?
ilgimi çekmesi yeterli sanırım? =)


-Blog aracılığıyla para kazanma fikrine nasıl bakıyorsunuz?
öyle bir niyetim yok. zaten gel sana para verelim diye peşimden koşan da yok.


-Blog arkadaşlarınla buluşma, biraraya gelme fikrine ne dersin?
hiç aklıma düşmedi nedense. bak şimdi bu soru oldu mu? =)



-Bu soruları kimler cevaplasın?

eh sanırım pudra diyeceğim ona zahmet bana eziyet olacak ama...
ve lütfederler mi bilmiyorum ama karelidefter de cevaplarsa güzel olur.

Tatil güncesi

Yazlıktan dönüş yaptım ama henüz İstanbula geçemedim. Samsunda ara mola vermekteyim.
Bu arada Samsuna yolunuz düşerse Atakumdan Sinopa doğru ilerlerken yol üstündeki ya Körfez yada Gülhanda yemek yemelisiniz. Oradaki insanların İstanbulda bir öğün yemeğin fiyatının ne kadar oldugundan haberleri yok sanırım. Bu iki yer için lüks kelimesini kullanırken habersizlerdi. Herneyse. Körfez denize sıfır bir mekanda çok güzel pideler yiyebileceğiniz bir yer. Gülhan da hemen yolun karşı tarafında. Bahçesinde oturmayı tercih ettik ki iyi de etmişiz. Çok güzel yeşillik bir mekan yaratmışlar. Tebrik ettim. Gayet de temiz güzel yemekleri vardı. Ellerine sağlık aşçıların. Haftasonu gittiğimiz için çok kalabalık olan mekanın fotoğrafını çekemedim. İnsanların rahatını bozmak istemedim. Ama eminim internetten fotoğraflarını bulabilirsiniz. Yarın Borabay Gölüne gideceğim. Sizin için fotoğraf çekeceğim.
Bu arada normal Blog formatından çıkmış bulunduğumun farkındayım. Eh ben de televizyonlar gibi yaz dönemine özel yayın yapıyorum varsayıyorum.
Pek bir düzensiz ve özensiz bir yazı oldu farkındayım ama 5 yaşından beri gittiğim Arsuza yolunuz düşerse haftasonu gidin ve o kalabalığın çilesini çekin derim. Tabiki de şaka yapıyorum. Antakyada Harbiyeyi duymayan yoktur. Herneyse yine yemeklerden bahsedip duracagım karnım acıkacak. Şimdilik bu kadar.